18 Haziran 2006: Tam ve kapsamlı bir yasal grev hakkı için mücadele verelim!
Ekim 2004 yılında Opel işçilerinin, Bochum’da cesurca verdikleri yedi günlük grev tüm ülkede ilgiyle izlendi. Kararlılıkları, işyeri girişini işgal gibi mücadele metodları ve de demokratik grev kültürüyle büyük bir sempati kazandılar. Tüm Ruhr havzası ve Pazartesi eylem hareketi, Bochumluları destekledi ve eylem gününe Almanya’nın bütün otomobil fabrikalarından dayanışma delegasyonları katıldılar. Bu grev Almanya’da geniş cepheli işçi atılımını başlattı. “Opel’de olduğu gibi mücadele” – bu şiar artık bundan sonraki mücadelelerin ölçütü olmak yanında birçok işyerlerindeki çalışanlara cesaret de veriyor.
İşyerlerinde günden güne artan mücadele azmi ve alanlarda yılmayan direniş, bilhassa Federal Almanya genelinde Pazartesi eylemleri hareketiyle birleşince, Schröder/Fischer hükümetini açık bir siyasi krize sürükledi. Hükümetin bu krizi gittikçe dahada derinleşerek 6 ay sürdü ve Stoiber’in Bayern’e geri kaçması ve Müntefering’in SPD Genel Sekreterliğinden havlu atmasıyla, “Berlin’de kaosa” dönüştü.
Merkel/Müntefering’in büyük “Bunalım koalisyonu” geçici olarak hızlı güven kaybını durdurabilseler de, insanların burjuva politikacılarına, parlamentosuna ve bu devletin dayanağı diğer kurumlara kaybolan güvenlerini geriye kazanamadılar.
Daha 2006’nın Nisan ayı gösteriyorki, bu yıl 1992 yılından bu yana en çok grevin olduğu yıl oluyor.
Ve egemenler yaptıkları aldatma manevralarının etkisini kaybetmesine çare olarak şunu uygulumaya koyuyorlar:
-
Açık baskı uygulamaları: Münih’te İnfineon çalışanlarının Aralık 2005’te verdikleri grev esnasında ve Şubat 2006’da Osnabrück şehrinde grevdeki Ver.di sendikasından arkadaşlara karşı uzun süredir dokunulmayan bir tabu artık yıkılıyordu: polisin grevdekilere vahşice saldırması!
-
Duisburg hastahanesinde 6 Grev eylemcisinin işten çıkarılmaları Federal Almanya çapında tepkiye yol açtı.
-
Demokratik hakların daha da budanması: “Terörizmle mücadele” bahanesiyle İstihabarat servisi ile Polisin birbirlerinden bağımsız çalışmalarının kaldırılması, kişiler hakkında bilgilerin korunmasının kısıtlanması ve Federal ordunun, örneğin Dünya Futbol Şampiyonası esnasında hiç bir sınır tanımasızca içeriye yönelik kullanılması. Tüm bunlar kitlesel mücadelelerin bir yükselişe geçmesine karşı yöneliktir. İşkencenin haklılığı üzerine tartışma, “şiddet yanlısı öğrenciler” üzerine haber salvoları, göçmenlere karşı güvensizlik körüklemek vb. korku ortamı yaratmayı ve ortak kitlesel protesto gösterilerini kırmayı amaçlamaktadır.
-
Medya kanallarında saldırgan ortam oluşturulması: Ver.di’nin sendikasının haklı grevine “18 dakika üzerine tartışma” diye çamur atmak gibi. Bu aylarca süren mücadele gerçekte 250.000 işyerinin yok edilmesine karşı verilmektedir.
Birçok işyeri çalışanları medyada bu taraflı haberlere karşı tepki gösterdiler.
Hayatlarında ilk defa greve katılan birçok emekçi arkadaş, grev hakkının Federal Almanya’da ne kadar kısıtlı olduğuna şaşırarak şahit oldular.
Hangi haklarımız var ve hangi haklara ihtiyacımız var?
Eğer ülkemizin gidişatı ne yönde olacağı sözkonusuysa bu soruyu atlayamayız.
Onlara karşı hangi silahlarla mücadele edeceğimizi, niye onların kararına bırakalım ki?
Grev yalnız Toplu iş sözleşmelerinde var da, diğerlerinde tabu mu?
Almanya’da birçok insan “Fransa’daki gibi mücadele etmek” istemekte. Fransa’da milyonlar alanları ellerine geçirmişlerdi. Fransız halkı, işten atılmaları kolaylaştırmayı ve çalışma sürelerinin uzatılmasını öngören yasayı mart 2006’da başarılı mücadeleleri ile düşürdüler. Bu mücadelede hükümete ve yasasına karşı neticeye götüren, işçilerin siyasi grevleriyle kitlelerin geniş direnişlerinin birleşmesinde yatmaktadır!
Almanya’da işçilerin, işyerlerinin kapatılmasına veya başka bölgelere transferine, Hartz 4 yasasına veya işten atılmalardan koruyucu yasa ve düzenlemelerin budanmasına karşı siyasi grevle karşı koyma hakkı yoktur!
Hükümet ve tekeller tarafından şçilere oldukça kısıtlı gelenek yasası müsaade edilmektedir. Yalnız Toplu İş Sözleşmeleri esnasında ve sendikaların önderliğinde bir greve müsaade edilmektedir! Yani yalnız ekonomik konularda, örneğin ücretler ve iş süreleri konusunda. Ve ancak tüm pazarlık süreci bitmişse. Bu, greve gidebilmek için gelenek yasası hakkında burjuva mahkemelerinin dar ve tutucu yorumları sonucu sendikalar, Toplu İş Sözleşmesi tartışmaları dışındaki sürede sosyal barışı korumaya yükümlüdürler. İşçiler tarafından mücadele örgütü olarak kurulan sendikalar, düzeni koruyucu örgütler olarak suistimal edilmektedirler.
Aynı bu çizgide, İşyeri temsilcilerinin hakları da budanmaktadır. Onların bir grevi desteklemeye veya greve çağırmaya hakları yoktur. Aksine onlar, çalışma yasasına göre “işyerinin çıkarları için” sınıf ortaklığı yapmaya yükümlüdürler ve buna göre grevdeki işçileri tekrar işbaşı yapmaya çağırmalıdırlar, yoksa hapis cezasına çarptırılabilirler!
Egemenler, grev hakkının yasal olarak olmamasını sürdürmek istemektedirler ve hatta duruma göre, grevleri mahkemeler aracılığıyla daha kolay yasaklayıp ezmek için daha da kısıtlamayı düşünmektedirler.
Günümüzde, üretimin uluslararası çapta birbiriyle bağlantılı yürüdüğü ortamda her grev, derhal hassas ekonomik sonuçları ve siyasi etkileri birliğinde getirecektir. Sendikal çerçeveyle sınırlamak, bilhassa etkili olan özgün grevlere karşı baskı uygulamayı sürekli mümkün kılmaktadır.
Tekeller ve Hükümetin bizim yaşam ve çalışma şartlarımızı daha da ağırlaştırmaları yasal olurken neden özgün ekonomik ve siyasi grevler Almanya’da hâla tabu olsun ve yasal olmasın ki?
İşçi sınıfının Almanya’da siyasi grev hakkı olmaması artık kabul edilemez bir durumdur!
Bilgilendirme saati mi yoksa özgün grev mi?
Sonunda, ekim 2004’de bomba patladı: GM/Opel’in avrupadaki işyerlerinde 12.000 işyeri yok edilecekti. Bochum’lu emekçilerin buna cevabı; yedi gün süren ve işyeri girişinin de işgal edildiği bir özgün grevdi. Bu yüksek örgütlülükle yürütülen özgün grev esnasında işçi temsilciliği grevi bu süre içinde daima “bilgilendirme saati” diye adlandırdı. Her emekçi arkadaş buna “grev” derken, onlar düzen çağrısında bulundular. Diğer işyerlerinde de işten çıkarmalara, işyerlerinin kapatılmasına ve başka yerlere transferine karşı mücadeleler, genelde işyeri toplantısı olarak adlandırılıp istemeye istemeye yürütülmektedir. Niçin?
Sınırlı grev hakkı, işyerlerinin yok edilmesine karşı bir mücadeleyi kapsamamaktadır. Bu haklardan yoksunluğa karşı girişimde bulunmak yerine reformist sendika yöneticileri gerekli mücadeleden kaçmaktadırlar. Onlar mücadeleleri kontrolları altında tutmak ve işyerlerinde çalışanların bağımsız bir grev komisyonu kurmalarını önlemek istemekteler. Opel grevinin gücü, bilhassa işyeri girişinin işgalini bağımsız örgütlemelerinde ve ortak kararların alındığı her saat başı yapılan grev toplantılarında yatmaktadır.
Ne zaman ve bilhassa nasıl mücadele edeceklerini işçilerin kendileri kararlaştırmalıdırlar. Bundan dolayı, “toplu sözleşme konuları” ile sınırlı olmayan kapsamlı bir grev hakkına ihtiyacımız var.
“Sosyal sözleşme” her iş yeri için mücadelenin önünde bir engeldir!
Şimdiye kadar verilmeyen kapsamlı grev hakkına dokunmamak için IG-Metall sendikasının yönetimi Nürnberg AEG işyerinin kapatılmasına karşı mücadelede bir başka yol seçti. Bir sözümona “Sosyal sözleşme” için verilen mücadele ile işyerinin kapatılması legal yöntemlerle ve “sosyal sözleşme” vasıtasıyla önlenecekti. Yüksek tazminat miktarı ve kalifiye kurumları talepleri ile işyerinin kapatılmasını “kapitalistlere pahalıya mal etmek” güdülüyordu. Sistematik olarak işyerlerinde çalışanların sayısını sürekli azaltmak, her çalışan başına gerçekleştirilen cironun sıçrayan artışını gerçekleştirmenin asıl metodu olarak uygulandığını düşünürsek, bu inanılması zor bir mantıktır.
AEG çalışanları cesurca bir mücadele vermiştir. Fakat bu rota ile ancak çıkmaz sokağa ulaşılabilir. Her iş yeri için tutarlı bir mücadele yerine sosyal sözleşme için verilen mücadele aslında işyerinin kapatılmasını başından itibaren kabullenmiş oluyor ve Electrolux çalışanlarının avrupa genelinde ortak mücadelesini bölmüştür. Yenilginin özünde , grev hakkını kullanmak ve mücadeleyi sistematik bir şekilde Electrolux’un işyerlerini kapatmasına ve işten çıkarmalara karşı tekel genelinde bir greve geliştirmeden kaçmakta yatmaktadır.
Gençliğin önemi büyüktür!
Çıraklara, toplu iş sözleşmeleri esnasında dahi, sınırlı olan grev hakkını kullanmaları şu sebeple önlenmekte; onlar hiç bir iş ilişkisi içinde değillermiş. Fakat işçi olarak onlar yalnız mesleki beceriler değil kendilerine güveni, aydınlık kazanmalarına ve sınıf çıkarlarının mücadelesi için gerekli tecrübeye de ihtiyaçları vardır. Bilhassa grevler, baskı ve sömürüye karşı mücadele için değeri ölçülemeyecek bir okuldur.
Özellikle gençliğin haklardan yoksun olması, onları işçi hareketini bölmek için kullanmaya yaramaktadır. Çünkü her mücadelede özellikle gençliğin geleceği de rol oynamaktadır.
Gençlik teslim olmak istemiyor.
DaimlerChrysler çırakları 17 Kasım 2005 tarihinde, çıraklık yerlerinin yüzde 20 azaltılmasına karşı verdikleri başarılı mücadeleleriyle bunu ispat etmişlerdir. Buna tekel genelinde,12 işyerinde binlerce çırak katılmıştır. Wörth şehrinde işyeri yönetiminin çıraklara tüm gözdağı verme çabaları boşa çıkmıştır. İşyeri yönetimi, eylemin “yasal olmadığını” söyleyerek, eyleme katılan her çırağın ismini kaydetmek istemiştir.
Gençlerin ve yaşlıların ortak mücadele verebilmesi için, çıraklar için de grev hakkına ihtiyacımız var.
Memurlar tümden grevlerin dışında mı?
Avrupa sosyal antlaşmasına karşı Almanya’da memurlara hiç bir grev hakkı tanınmamakta ve hatta Toplu sözleşme esnasında da. Bu, eskiden kalan “otoriter devlet” anlayışından gelen ve memurların sınırsız hizmet etmeleri gerektiği anlayışından kaynaklanmaktadır. Hatta günümüzde dahi greve giden memurlar hapis cezasına çarptırılabilirler.
Küçük ve orta kesim memurların büyük çoğunluğunun imtiyazlı olduklarından bahsedilemez. Federal memurlar uzun zamandan beri izin parası alamamaktalar. Bir itfaiye erinin (A7/Batı bölgesinde) aylığı brüt 1773 ile 2254 Avro arasındadır.
Memurların işyerleri de büyük çapta yok edilmektedir.
Çalışma süreleri haftada 42 saate yüseltildi.
Gittikçe daha çok memur, bölücü manevralardan bıkarak geçtiğimiz aylarda federal ve eyalet hükümetlerin politikalarına karşı alanlara çıktılar. Polis üniformasıyla gösteri yapanlar artık seyrek görülen bir olay değildir.
Yukardan kararlaştırılan çalışma sürelerinin uzatılmasına karşı 2006 yılının ilkbaharında verilen Ver-di sendikasının grevi, işçilerin, hizmetlilerin ve kamu memurlarının mücadele birliğinin ne kadar önemli olduğunu gösterdi.
Bundan dolayı tüm meslek dallarını kapsayan, kapsamlı bir grev hakkı alınmalıdır.
Grev eylemcileri saldırıya maruz olan kurbanlarmıdır?
İşyerlerinin kapatılmasına ve işten çıkarmalara karşı verilen özgün mücadeler “kaba” grev diye karalanmaktadır. Grevdekiler işten atılmakla, mahkemeye verilmekle ve tazminat davasıyla tehdit edilmektedirler. Buna karşı mücadelede, her grevle geniş ve sağlam bir dayanışma geliştirmek önemli bir görevdir. Fakat sendikal grevlerde de sık sık işverenlerin grev eylemcilerine yönelik saldırıları olmaktadır. İş arkadaşlarının güvendiği ve en ön saflarda duran grev eylemcileri suçlu muamelesi görmektedir. 2006 yılında Ver.di sendikasının grevinde, Duisburg-Wedau şehrindeki hastahanede, birisi 2005 yılındaki Federal Parlamento seçimlerinde MLPD’den aday olan 6 mücadeleci sendika işyeri temsilcisi derhal işten çıkarıldılar. İşten atılmakla tehdit edilenlerle yapılan bir dayanışma eylemini ise asayişi bozmakla suçlamaktalar. Geniş bir dayanışma hareketi, saldırıları Federal Almanya çapında tanıttı.
Dayanışma grevinin yasak olması kaldırılsın! Siyasi cazalandırılmalar tüm işçi hareketine yönelik saldırılardır ve geri püskürtülmelidirler. İşyerlerinde hür siyasi ve sendikal çalışma için girişimde bulunalım!
Mücadeleye karar vermek işçilerin hükmüne bırakılmalıdır!
Bizde ne anayasada ne de diğer yasalarda grev hakkı yoktur. Yalnız mahkeme kararlarıyla teyit edilen, sendikal toplu sözleşmelerle sınırlı gelenek hakkı bulunmaktadır. Bu sınırlı grev hakkı ise anayasada geçerli olan “koalisyon kurma” hakkına dayanmaktadır.
İşçi hareketi bu haktan mahrum olmayı kabullenmemiştir. Sayısız önemli grevlerinde, örneğin 1969 eylül grevi, çelik sanayiinde 1988 yılında Rheinhausen şehrinde Krupp işçilerinin verdiği mücadeleden, maden işçilerinin 1997 yılında maden ocaklarının kapatılmasına karşı verdikleri mücadeleden, 2004 yılında Bochum’daki Opel grevine kadar işçiler tekrar tekrar mücadele için gereken grev hakarını almışlardır.
Özgün grev hakkı git gide gelenek hakkına dönüştü, buna karşı egemenler halkın hiddetinden ve dayanışmasından korktukları için kendi devlet aygıtını özgün greve giden işçilere karşı kullanmaktan sakınmaktadırlar. Bu içi boşaltılmış grev hakkı, geçen yüzyılın 50’li yıllarında gerici Adenauer hükümeti tarafından, antikomünist bir havada dayatılmıştır.
Buna razı olmamalıyız. Bundan dolayı:
Bir tam ve kapsamlı grev hakkının yasallaşması için mücadele verelim!
Bu ne acayip bir “demokrasidir”?
“Örnek demokratik ülke” olduğu nutukları aslında Federal Almanya Cumhuriyetinin yaşam yalanınıdan başka birşey değildir.
Eğer tekeller azami kârlarını arttırmak için bir kalem oynatmakla yıldan yıla onbinlerce işyerini yok ediyorlarsa bu yasal oluyor. İşçilerin, kendilerinin ve ailelerinin geçimi ve gençliğin geleceği için mücadele ederlerse bu, “sanayi işletmerine yönelik yasal olmayan müdahale” oluyor. Eğer burjuva hükümetleri bizim sosyal kazanımlarımızı gittikçe daha da tırpanlayıp, paraları çokuluslu tekellerin doymayan boğazına atarken, buna karşı verilen grev ise “zor kullanma” oluyor. Bu “demokratik adalet devletinde” yalnız onun geçerli olduğu ve diğerlerinin üstünde olduğu bariz görünen bir hak var. Bu da; üretim araçlarının ve sömürünün güvenceye alındığı özel mülkiyet hakkıdır.
İşgücünden başka bir şeyi olmayanların haklarının tırpanlandığı ve kısıtlandığı ne acayip bir “demokrasi”! İşçi hareketi diğer ülkelerde daha ileri giden grev hakkını mücadeleyle almıştır. Örneğin Fransa, İtalya, İspanya, Portekiz ve Slovenya gibi ülkelerde olduğu gibi tam ve kapsamlı grev hakkının niye Federal Almanya’da olmadığına katlanalım ki? Federal Almanya’daki yürürlükte olan ve içi boşaltılmış “grev hakkı” Avrupa sosyal antlaşmasına da aykırıdır. Buna rağmen Alman tekellerinin arzuladığı, burada geçerli olanın avrupa standartı olmasıdır.
“Uluslararası teröre karşı mücadele” maskesi altında örneği görülmemiş bir şekilde demokratik haklar kısıtlanmakta ve devletin şiddet aygıtı büyütülmektedir. Bu kadar tehlikeli olan kim? Güç gösterisinin ardında yatan, küçük bir zümre olan tekelci kapitalistlerin, geniş kitlelerin yeni bir toplumsal gelecek için ayaklanmasından korkuları yatmaktadır. Kim kapitalist anayasayı aşan düşünmeye yeltenirse o, “ideolojik terörizmle” suçlanmaktadır.
Acayip bir “demokrasi” değilmi ki, var olan düzeni her sorgulayış ve sömürü ve baskının olmadığı yaşanacak bir gelecek için mücadele “terörizm” iftirasına uğruyor!
Artık geniş cepheli işçi atılımı zamanı gelmiştir!
Sosyal ve politik haklarımızın gittikçe daha çok budanmasına daha ne kadar yalnız husursuz olmakla yetineceğiz? İşyerlerinde ve bürolarda mücadele azmi artmaktadır. Bu bir atılım gücüne dönüştürülmelidir. Böylelikle işçi sınıfı ve geniş halk kitleleri, tekeller ve onların hükümetlerine karşı zaferler kazanacaktır. Bunu 2006 yılının ocak ayında liman işçileri ispatladılar. Avrupa çapında ve iyi örgütlenmiş grevleri ile uluslararası üretimin can damarını vurdular ve ısıtılıp ısıtılıp ikinci defa kararlaştırılmak için oylamaya sunulan en düşük ücret yasasını (“port package 2”) masadan sildiler. Bu tecrübenin öğrettiği: daha iyi günler, sömürücülerle uzlaşarak, bekleyerek yada taviz vererek değil, bu yalnız bizim kozlarımızın boşa çıkmasına, birliğimizin dağılmasına yol açar ve egemenleri daha büyük saldırılara cesaretlendirir.
Özgüvenle girişimde bulunup karşı atağa geçmek zamanı gelmiş değil mi? Kitlesel işsizliğe karşı etkin bir şekilde mücadele verilmelidir. Tam ücret denkleştirmesi temelinde haftada 30 saat çalışma – yalnız tek bir sektörde değil, Federal Almanya ve hatta Avrupa çapında kârlar üzerinden milyonlarca yeni işyeri sağlayacaktır. Tabii ki bu mücadele karşı tarafın çetin direnişine karşı kazanılmalıdır. İşçi düşüncesizce greve gitmez, çünkü her grevin bedeli vardır. Fakat suskun durup birşey yapmamak bize kaça patlar? Yalnız kim mücadele ederse kazanabilir! Bundan dolayı işçi sınıfı, gerektiği takdirde her zaman grev hakkını almıştır.
Bizim haklı taleplerimiz için verdiğimiz mücadeleleri tam ve kapsamlı bir yasal grev hakkı için mücadeleyle birleştirerek gerekli etki gücüne kavuşmak için zaman gelmiş değil mi?
23 Mart 2006 tarihinde Salzgitter’den 5000 VW çalışanı Nükleer atıkların, üretimi durdurulmuş kömür madeni ocağı Schacht-Konrad’da depolanması planlanına karşı gösteri yaptılar. Haklı olarak, bu geleceklerini ilgilendiren konuda burjuva politikacılarına ve partilerine artık güvenmiyorlar. Bu politikacı ve partiler gittikce açık bir şekilde çokuluslu tekellerin kâr hırslarının uysal uygulayıcıları olduklarını göstermektedirler. Yalnız sosyal konularda değil, tabii çevrenin korunmasında, dünya barışı için mücadelede ve diğerlerinde işçilerin grevi etkin bir silahtır. Bundan dolayı tüm bu mücadeleler, tam ve kapsamlı bir yasal grev hakkı için mücadele ile birleştirilmelidir.
Demokratik haklar için verilen mücadelede ileriye atılan her adım, azınlığın çoğunluk üzerinde sömürü ve baskı hakkının olmadığı, aksine el emeğiyle toplumsal yaşamı sağlayanların söz sahibi olduğu bir toplumsal düzen için verilen mücadelede özgüveni güçlendirir. Ve sosyalizmde, bürokratik yozlaşmanın ve eski kapitalist düzeni yeniden geri getirilmesine karşı, egemen güç olarak işçi sınıfının grev hakkına ihtiyacı vardır.
Bizim artık İnsiyatifi ele geçirmemiz için önemli olan, günümüzde şu talep için ortak mücadele verilmesi gerektiğinde birliğin sağlanmasında yatıyor: Tam ve kapsamlı bir yasal grev hakkı için mücadele verelim!