Kişisel araçlar
rf-news.de rebell.info
Buradasınız: Ana Sayfa / Ana Sayfa / 29 Aralık 2008: Yeni bir taktiksel sürecin başlangıcı

29 Aralık 2008: Yeni bir taktiksel sürecin başlangıcı

Krizin beklenen derinliği, ekonomik temelde olduğu kadar üstyapıda da büyük karışıklıklara neden olacaktır. Almanya Marksist-Leninist Partisi (MLPD) Başkanı Stefan Engel’in MLPD yayın organı Rote Fahne'ye (Kızıl Bayrak) verdiği röportajı güncel önemi nedeniyle Türkçeleştirerek yayınlıyoruz.

stefan-engel.jpgRote Fahne: Uluslararası finans krizi, geçtiğimiz aylarda hiç şüphesiz sosyal gelişmenin merkezine oturdu. Bu gelişme nasıl değerlendirilmeli?

Stefan Engel:

Yığınların yoksulluk düzeyi, göreli ve mutlak olarak yeni bir boyuta ulaşmıştır. Birleşmiş Milletler'in resmi raporlarına göre yaklaşık bir milyar insan açtır ve açlıktan ölme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu arada yığınların yoksulluğu, emperyalist ülkelere de fakirlik götürmektedir.
Eğer mevcut finansal krizin nedenlerini anlamak istiyorsanız, spekülasyon sorunu ile ilgilenmeniz gerekmektedir. Uluslararası süper tekeller, spekülatif finans sermayesi vasıtasıyla dünya ekonomisinin kontrolünü ele geçirmiş, bunun sonucunda da dünya emperyalist sistemi çöküntüye uğramıştır. Özellikle son dört yıl içinde, azami kar için doymak bilmeyen açgözlülük, mali sermayeyi uluslararası üretimin reorganizasyonu bağlamında giderek daha çok spekülasyona yöneltmiştir. Böyle olunca da spekülatif sermaye sanayi sermayesine oranla hakim duruma gelmiştir. Endüstri, ticaret ve hizmet sektörü denilen alanların hemen hemen hiçbir dalı, kendini spekülatif sermaye hegemonyasından kurtaramamıştır. Buğday, pirinç, su, sağlık, eğitim, enerji, sosyal sigorta, vb. temel yaşamsal ihtiyaçların spekülasyon metaı haline gelmeleri, emperyalist dünya sisteminin çöküşünün hızlandığına işaret etmektedir. Yıkıcı yansımalarının er ya da geç ortaya çıkacağı bu durum, gerek dünya ekonomisini, gerekse dünya finans sistemini son derece dengesiz hale getirmiştir.
Spekülasyon, özünde, ileri bir tarihte alınması umulan kardan başka bir şey değildir. Sonunda her türlü kar da, kapitalist üretim içindeki emek gücünün sömürülmesinden oluşur. Bu nedenle spekülasyon, kapitalist üretimin reel sürecinden öyle isteğe bağlı olarak ayrı tutulamaz. Sürecin sonunda umulan karın gerçekleşmemesi halinde spekülatif köpüğün patlayacağı kolayca tahmin edilebilir. 1990'da Japonya’da meydana gelen benzer bir derin finansal kriz, aşırı üretim krizini tetiklemiş ve bu iki kriz, uluslararası rekabette Japon emperyalizmini oldukça geriletmişti. Bu krizlerin sonuçları ve etkilerinin giderilmesi Japonya’nın 15 senesine malolmuştu. Ancak o finansal kriz ulusal boyuttaydı, oysa günümüzde hiçbir ülke kendini mevcut finansal krizden sakınamıyor. Burjuva finans dünyası bugün, propaganda ve fantezilerinin paramparça olmuş kalıntılarıyla yüz yüze gelmiş durumdadır.
Sermayenin aşırı üretim sürecinin ilk önce emperyalizmin merkez ülkesi ABD’de sona ermesi bir tesadüf değildir. Uluslararası mali sermayenin ve spekülatif sermayenin büyük bölümü orada yoğunlaşmıştır. ABD hükümeti 2001-2003 dünya ekonomik krizini atlatmak için birkaç kriz yönetim programını devreye soktu. Ekonomiye en az 600 milyar dolar akıtıldı. Yüz binlerce Amerikalıya, kendi kaynaklarıyla ödeyebilecekleri ucuz krediler vasıtasıyla ev sahibi olma rüyalarının gerçekleşebileceği söylendi. İnşaat sektöründe yaratılan yapay canlılık ABD ekonomisini geçici olarak hareketlendirdi. Sağlam olmayan ipotekler (mortgage), risklere karşı görünüşte sigortalanmış, ancak bu poliçeler finans türevleri olarak dünya çapında iki haneli kar yüzdeleri beklentisiyle satılmıştı. Uluslararası bankacılık dünyasında herkes, aşırı kara ortak olabilmek için bu tahvillere hücum etti. Merkez bankaları başka nedenlerle esas ödemeleri yüzde 6.5'tan fazla artırınca, gittikçe artan sayıda konut sahibi taksitleri ödeyemez oldu. Bu durum, zorunlu haciz ve acil satışlar dalgası yarattı. Gayrimenkul fiyatları dibe vurdu, taşınmaz malın değeri ipotek değerinin de altına düştüğünden gittikçe fazla sayıda ipotek çürük kredi durumuna düştü. Böyle olunca da uluslararası bankalar milyarlara varan zararlarla karşı karşıya kaldılar. Spekülatif köpük söndü. Sadece yüksek spekülatif türevlerin sayısal değeri, 2007 sonunda, akıl almaz biçimde 600 milyar ABD dolarına ulaşmıştı. Oysa bunların gerçek değeri 15 milyar dolar civarındaydı -ulaşılan spekülatif değerin kırkta biri. Soru, bu durumun kartondan evler gibi ne zaman yıkılacağı ve bu sermaye sirkülasyonunun ne zaman sert biçimde dağılacağıydı. ABD’de başlayan uluslararası ipotek krizi, uluslararası bankaları çok çabuk içine çekti ve hızla tüm dünyaya yayıldı. Artık finans piyasalarındaki para giderek azalıyor, bankalar kendi sistemlerine güvenmiyor, birbirlerine borç vermiyor, sanayi kredilerini serbest bırakmıyor, kredi koşullarını önemli ölçüde zorlaştırıyorlardı. Sıcak para elde etmek için acilen satılmaya başlayan hisse senetleri, uluslararası borsaları da krize soktu. Uluslararası bankacılığın, borsaların ve para piyasalarının zararı, 2008 Ekim'inde, bugüne kadar yaşanan en derin dünya ekonomik krizi olan 1929 krizindeki zararın 400 katına ulaştı.
Emperyalist dünya finans sisteminin çökme tehlikesinin ciddiliği, aralarında en büyük kapitalist ülkelerin de bulunduğu emperyalist ülkeleri hep birlikte ve o zamana kadar görülmemiş bir uluslararası kriz yönetimi oluşturmaya zorladı. 15-16 Kasım'da Washington’da yapılan G 20 Zirvesi'ne, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin (BRIC ülkeleri) gibi önde gelen 7 emperyalist ülkeye ek olarak 9 ülke daha katıldı: Arjantin, Avustralya, Endonezya, Meksika, Suudi Arabistan, İspanya, Güney Afrika, Güney Kore ve Türkiye. Bu ülkeler, toplam dünya gayrisafi hasılasının yüzde 80’ini üreten ülkelerdir. IMF ve Dünya Bankası gibi uluslarüstü emperyalist kurumlar da zirvede doğal olarak kendilerine birer koltuk buldular.
Para işlemlerinin devamını sağlamak amacıyla hükümetler ve merkez bankaları finans sistemine yaklaşık 10 milyar dolar akıttılar. Piyasalara para enjekte edilmesinin ekonomik etkilerinin yanı sıra, bu durum yığınların yatıştırılması için devlet propagandası olarak da kullanılmıştır. Aksi halde, büyüyen panik ortamı içinde insanlar paralarını çekmek için bankalara hücum edecek, bunun sonucunda da finansal sistem tam anlamıyla durgunluğa girecekti. Ancak bu önlemler, bankacılık sektöründe muazzam boyutlara varan tekelleşmeye yol açmıştır: Köpek balığı havuzunda en aç gözlüler varlıklarını sürdürmüş, devasa bankacılık ve şirket yapıları ortaya çıkmıştır. Krizin galipleri yeni bir start noktasındadırlar.
Dünyayı saran krizin boyutu dikkate alındığında, uluslararası mali sermaye, tek bir ülkenin ya da tek bir blokun faaliyetlerinin etkisiz kalacağını tabii ki bilmektedir. Bu yüzden birbirleriyle rekabet etmek yerine ortak hareket etmekten başka bir seçenek yoktur!

Rote Fahne: Emperyalistler tarafından uluslararası ölçekte koordine edilen bu önlemler başarılı oldu mu?

Stefan Engel: Şimdiye kadar dünya finans sisteminin ani ve kontrolsüz biçimde çöküşünü ve bankaların iflas dalgasını önlemiş görünüyorlar. Ancak finans krizinin nedenleri konusunda adım atamadılar. Son 5 yıl içinde muazzam genişlemeyle birlikte değeri düşen paranın spekülatif alana kayması, krizin başlangıç noktasını oluşturdu. Aynı durum şimdi krizi geciktirme önlemi olarak kullanılmakta ve paranın maliyeti önemli miktarda düşmektedir. Spekülasyondan doğan krizi yavaşlatmak için spekülasyon teşvik edilmekte, böylece yeni bir krizin altyapısı hazırlanmaktadır! Merkez bankaları şimdi bankalara verdikleri paraların faiz oranlarını düşürmektedirler. ABD’de faiz oranı tarihindeki en düşük değere gerilemiş, neredeyse sıfıra yaklaşmıştır. Bu oranın eksiye doğru bastırılması da bir olasılık olarak görünmektedir. Bunun anlamı, merkez bankasından kredi alan bir bankanın merkez bankasına faiz ödemeyeceği gibi, paranın maliyetinde kendisine indirim yapılacak ve banka ucuz paraya sahip olacaktır. Bu durum, kasılma semptomları gösteren bir eroin bağımlısına, kasılmaları önlemek için daha yüksek dozda eroin verilmesine benzemektedir. Bu durum bağımlıya geçici rahatlık sağlasa bile onu eninde sonunda öldürür. Böylece ülkelerin krizle baş edebilmek için aldıkları önlemler, uluslararası finans krizini aslında daha da ağırlaştırmaktadır. Bir yandan sermaye yoğunluğu artarken öte yandan uluslararası piyasalarda da durgunluk artmaktadır. Bu çelişkinin en yakın sonucu, dünya ölçeğinde deflasyon olacaktır. Deflasyonda düşen emtia değerleri sermaye fazlasının tahribine, o da yeni bir kriz ortamına yol açar. Sermaye yeni sermaye üretemez olur ve ödeme aracı olan paranın hareketlerini sekteye uğratır.

Devlet bütçelerinden şimdi finans sektörüne aktarılan para, ulusal gelirin aşağıdan yukarıya yeniden dağılımında yeni bir dalga yaratacaktır. Bu yeniden dağılımda, emperyalistlerin sömürüyü daha fazla artırmaktan, yığınların posasını çıkarmaktan ve yaşam koşullarını büyük ölçüde geriletmekten başka hiçbir seçenekleri yoktur. Devlet bütçelerindeki aşırı şişkinlik ile kriz yönetimi arasındaki ilişkiye bakıldığında, ulusal borçlar kaldırılamayacak boyutlara varacak ve ileriye dönük enflasyon tehlikesini beraberinde getirecektir.

Rote Fahne: Bu sıralarda sadece finansal kriz konuşulmuyor, “dünya çapında bir resesyondan”, hatta “dünya ekonomik krizinden” söz ediliyor. Siz bundan ne çıkarıyorsunuz?
Stefan Engel: Finansal krizin başında, insanlar etkilerinin farkına henüz varmadıkları süreçte, “kriz şeytanı” özellikle dillendirildi ve çalışan kesimin aleyhine olacak kriz önleme programlarının altyapısı hazırlandı. İnsanlara paranın azaldığı, dolayısıyla tasarruflu davranmaları söylendi. Ama şimdi Almanya’da, banka krizi nedeniyle bir gecede bankalara 500 milyar euroluk sübvansiyon ve devlet desteği sağlandı. Yığınlar açısından bu zor kabul edilebilir bir durumdur.

Ancak şimdi gerçek bir ekonomik çöküş gerçekleşmektedir. Bu durumu resesyonla açıklamak, sorunu şekere bulamaktır. Son çeyrekte meydana gelen eksi büyümenin aşırı üretim veya aşırı büyüme ile bir ilişkisi yoktur.

Krizin başat sektörü olan dünya otomotiv endüstrisinde, dünya ticaret hacminin üçte ikisine sahip olan ABD, Avrupa ve Japonya’da, satışlarda çöküş düzeyinde bir gerileme meydana gelmiştir. ABD’de otomobil satışları bir yıl içinde yüzde 41.4 oranında düşmüştür. GM, Ford, Chrysler gibi büyük oto imalatçıları, iflas ile karşı karşıya kalmışlardır. 2007 yılında 17 milyar euro gibi rekor düzeyde kazanç sağlayan dünyanın en büyük otomotiv üreticisi Japon Toyota, 2008 yılında 1.2 milyar euro zarar göstermiştir. Avrupa’da ağır vasıta üretiminde Kasım 2008'de yüzde 30 azalma olmuştur ki, bu oran bugüne kadar gerçekleşen en büyük orandır. Volkswagen, 2009’da otomobil satışlarını yüzde 20 azaltma eğilimdedir. Alman otomotiv üreticilerinin hemen hemen hepsi, yıl sonunda üretimi birkaç haftalığına durdurmak ve yıl içinde de birkaç ay part-time çalışma yapmak konusunda anlaşmışlardır.
2001-2003 dünya ekonomik krizinde olanın tersine, bu krizi Hindistan, Çin, Rusya, Doğu Avrupa ve Brezilya gibi “büyüyen pazarlar”ın üzerine yıkma imkanı çok sınırlıdır. Çünkü onlar da kriz girdabına girmiş, üretimlerini önemli ölçüde kısmışlardır. Devletler tarafından uygulanan kriz yönetimleri etkilerini giderek kaybettiğinden, krizler arasında meydana gelen iniş ve çıkışlar önceki krizlere oranla daha şiddetli olmaktadır.

Buna karşılık arkaplanda çelik, kimya, madencilik gibi temel sanayilerde de önemli düşüşler meydana gelmektedir. Dünya çelik üretimi, Eylül’de başlayan finansal krize paralel olarak azalmış ve Mayıs 2008’de tarihinin en dip noktasına inmiştir. Eylül’de eksi yüzde 3.6 olan oran, Ekim’de eksi yüzde 12.4, Kasım’da eksi yüzde 19 olmuştur. Petrol tüketimi, dünya bazında, 26 yıl önceki seviyeye gerilemiştir.

Tekelci olmayan burjuvazinin durumu, uluslararası süper tekellere kıyasla daha da kötüdür. Tamamen egemen tekellerden gelecek siparişlere bağımlı olduklarından, üretimde meydana gelen durgunluk ve bankaların kredi kısıtlamaları nedeniyle finansal sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. Kredi olanakları giderek azalmakta ve geri ödemeler de ancak üretim sürdükçe mümkün olabilmektedir.

Ancak ilk yapılan şey, krizin yükünün işçi sınıfının üzerine yıkılması olmuş, on binlerce taşeron işçi işten çıkarılmış, yüz binlerce işçinin çalışma saatleri düşürülmüş ve bu durumun önümüzdeki yıl içinde de sürdürüleceği ilan edilmiştir. Bunlarla birlikte, yığınlara karşı, sanayi proletaryasının ücret ve maaşlarında dramatik kesintilere gidilmesi gerektiği konusunda yaylım ateşi şeklinde bir propaganda başlatılmıştır. Bu durum, yeni sömürgeciliğe bağımlı ve baskı altındaki ülkelerde çok daha şiddetli yıkımlara neden olacaktır.
Böylece uluslararası finans krizi, bizim uzunca bir süreden beri geleceğini tahmin ettiğimiz dünya ekonomik krizini tetiklemiştir. Ekonomik gerileme yıllar önce yaşanan düzeye gelmiştir ve önemli sanayi ülkelerinde aynı anda ve keskin biçimde sürmektedir. Bu krizdeki aşağı gidiş, İkinci Dünya Savaşı yıllarında aşamalı ilerleyen, bir azalıp bir artan krize benzememektedir. İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana yaşanan ekonomik krizlerin ve ekonomik yıkımların bu kriz yanında devede kulak kaldığını kabullenmemiz gerek.
Marksist-Leninist parti yapılanması ve sınıf mücadelesi için bu durum, kesin olarak, yeni taktiksel bir başlangıç noktasıdır. İnsanoğlunun yakın gelecekteki beklentisinin ne olacağını kestirmek kolay değildir. Ancak uluslararası üretim reorganizasyonu, uluslararası spekülasyon -finans, borsa ve bankacılık- temelinde kronikleşen yapısal kriz ile birlikte yaşanan bu kendine özgü kriz, kapitalist dünyanın tamamında ciddi fırtınalar yaratacaktır! Çürüme ve yozlaşmayı bağrında taşıyan kapitalizmin genel krizi ivme kazanmakta ve derinleşmektedir.

Rote Fahne: Hükümet başkanları, patron örgütleri, sendika liderleri, bankalar ve öndegelen ekonomi uzmanları 14 Aralık’ta Berlin’de bir kriz zirvesinde bir araya geldiler. Hükümetin önayak olduğu bu etkinliği nasıl değerlendirmeliyiz?

Stefan Engel: Uluslararası finansal kriz karşısında dünya ölçeğinde koordineli bir kriz yönetiminin yerine, ulusal kriz programları giderek daha fazla ön plana çıkmaktadır. Bunun anlamı şudur: Emperyalist ülkeler arasındaki rekabet keskinleşmiş ve uluslararası süper tekellerin emperyalist doğası, dünyaya egemen olma dürtüleri, dünyanın yeniden paylaşımı mücadelesini kızıştırmıştır. ABD emperyalizmi, kendi otomotiv endüstrisini rehabilite etmek için şu sloganı kullanmaktadır: “Herkes kendi çıkarının peşinde!..”. Rusya ise otomobil ithalatına ceza gibi yüzde 30 vergi koymuştur. Almanya’da Opel, araba satışlarından ABD’ye bir sent bile gitmeyeceğinin güvencesini vermektedir. Uluslararası kriz yönetimi bu yollarla etkisizleştirilince, dünya ekonomik krizine ulusal ölçekte önlem almayı amaçlayan ulusal kriz yönetimleri de daha işin başında verimsiz olacak ve çelişkileri daha da keskinleştirecektir. Bir araya gelen kriz yöneticileri, 2009’da işletimsel nedenlerle işten çıkarma yoluna gitmekten kaçınacağız diyorlarsa da, bu ikiyüzlülüğe inanılmaz. Çünkü bir hafta sonra Gelsenkirchen’deki Mine Lippe kömür madeni, yine bu kişilerin kararıyla kapatıldı. Bölgedeki 5 bin işçi bir kalem darbesiyle kurban edildi. Bunu görünce insan sormadan edemiyor; “İşletimsel nedenlerle işçi çıkarmayacağız” sözü nerede kaldı? Krizin yükünün bu koro tarafından çalışanların sırtına yüklenileceğini daha çok göreceğiz.
Pazar günü başbakanlıkta yapılan oturumda, “tekeller, federal hükümet ve sağcı sendika liderleri arasında oluşan bir kriz ittifakı” çıktı. Sınıf işbirliği politikası yeniden biçimlendirildi: Krizin yükü yığınların üzerine yıkılırken, reformist sendika liderleri susacaktı.

Rote Fahne: Daha fazla sayıda kriz azaltıcı önlemin alınmasının yığınların çıkarına olduğunu düşünmüyor musunuz?

Stefan Engel: Ondan ne anladığınıza bağlı. Kriz sürecinde yeni istihdam yaratıcı adımlara elbette karşı çıkılmamalı. Tam ücret alarak haftada 30 saat çalışmanın ülke çapında uygulanması hiç kuşku yok ki ekonomiyi canlandıracaktır. Fakat bizim kriz yöneticileri, bunları yapmamakta inat etmektedirler.

Hükümetin anti-kriz önlemleri, özünde, yığınların sırtından ülkede konuşlanmış uluslararası tekelleri sübvanse etmekten başka bir şey değildir. Yükü yığınların üzerine atan bir politikaya, Sol Parti’nin en azından muhalefet etmesini umanlar derin bir hayal kırıklığı yaşamaktadır. Tam aksine, Sol Parti giderek artan biçimde, büyük koalisyonun kriz politikası çizgisine yaklaşmakta, ekonomiyi canlandırıcı paketleri ve merkez bankası faiz oranının düşürülmesini talep etmektedir. Sol Parti'nin 50 milyar euroluk programı, partinin, devletin rolüyle ilgili aldatıcı teorisiyle ilişkilidir. Oysa devlet, canı istediği zaman yığınların çıkarını da kollayan tarafsız bir kurum değildir. Basit bir ifadeyle devlet, hakim sınıfların/tekellerin çıkarlarını yığınların çıkarlarına karşı savunan bir aygıttır. Sol Parti'nin politikası sadece aldatıcı değil, aynı zamanda hasta yatağında yatan kapitalizmin doktoru gibi davrandığı için uygun da değildir. Sol Parti, oportünizmiyle, sömürünün özü olan ve yığınların durumunu ağırlaştıran sınıf çelişkisinin üzerini örtmeye çalışmaktadır. Bizim görevimiz, kapitalizmi çöküşten kurtarmak değil, sömürü ve baskının olmadığı sosyalist bir seçenek yolunda yığınları kazanmaktır.

Rote Fahne: Yaklaşan dünya ekonomik krizinin sınıf mücadelesinin gelişmesi üzerindeki etkisi ne olacaktır?

Stefan Engel: Her ekonomik kriz, kapitalist sistemde sadece sosyal çalkantılar yaratmaz, siyasal krizlere de yol açar. Yaklaşan dünya ekonomik krizi, dünya emperyalist sistemindeki dengesizliği hızlandıracaktır; çünkü beklenen derinliği ve şiddeti, ekonomik temelde olduğu kadar siyasal ve ideolojik üstyapıda da büyük karışıklara neden olacaktır. Zorlu sınıf mücadeleleri, işçi sınıfı ve geniş yığınların devrimcileşmeleri için maddi temel oluşturacaktır.

Yığınların dünya çapında sola meylettikleri gözönüne alındığında, hakim sınıflar, gelecekteki gelişmelerin devrimci bir dünya krizine evrileceğinin çok iyi farkındadırlar. Federal Alman Sanayi Derneği'nin gelecekteki başkanı Hans-Peter Keitel, 18 Aralık 2008'de yaptığı bir konuşmada, “değerlerin kaybolmasından”, “ekonomik ve siyasal elitin itibarının hızla azalmasından” ve “sosyal ve siyasal düzen içindeki güvenin kaybolmasından” kaygı duyduğunu, korktuğunu ifade etmiştir. “Sosyalizm rönesansının” sadece birkaç yeni eyalette değil, tüm Almanya’da yaygınlaşmasından tedirgin olduğunu belirtmiştir.
Ancak ekonomik ve siyasal krizlerin giderek devrimci krize dönüşmeleri, sadece objektif faktörlere değil subjektif faktörlere de bağlıdır.

Bu durumda canalıcı soru, işçi sınıfının sınıf bilincinin, kapitalist felaketten kurtuluş yolunun sosyalist düzen mücadelesinden geçtiğini kavrayacak düzeye gelip gelmeyeceğidir! Bu da pek tabii ki, dünyanın önemli ülkelerinde kitle tabanı olan devrimci işçi partilerinin olmasına; bu partilerin sınıf mücadelesinde devrimci teori ve pratiği sendelemeden, bocalamadan uygulayıp önderlik etmelerine ve mücadeleyi daha üst düzeylere çıkarmalarına bağlıdır.
Ancak önceki dünya ekonomik krizleri bize, mücadelelerin krizle birlikte hemen başlamadığını öğretmiştir. İniş-çıkışların yaşandığı karmaşa ortamlarında şirket ve hükümetlerin aldıkları zorlayıcı önlemler karşısında kitleler içinde, küçük burjuva düşünce tarzı kendiliğinden yaygınlaşmakta ve kitleler güvensizlik, geleceksizlik ve yok olma korkusu içine düşmektedirler. Bu durum, en başta işçiler ve kitleler tarafından özümsenmelidir; dolayısıyla bugün Marksist-Leninistlerin en önemli görevi, yığınlara bu düşünce tarzına karşı mücadelede yardımcı olmalarıdır.

Rote Fahne: MLPD, fabrika ve sendika çalışmaları açısından bu durumdan ne tür sonuçlar çıkarmıştır?
Stefan Engel: Yunanistan’da haftalarca süren gençlik isyanı, Aralık 2008'de İtalya’da Berlusconi Hükümeti'ne karşı yüzbinlerin katıldığı grev, Rusya’da Putin’in vergi yasalarına karşı yığınların protestoları bir bakıma ileride meydana gelecek olan kitlesel grevlerin ve kitle gösterilerinin kapsam ve atmosferlerinin nasıl olacaklarının ön işaretleridir.
İşçilerin, hükümetlerin uyguladıkları kriz yönetimlerinin özünü iyi anlamaları çok önemlidir. Hükümetler şimdi söylemlerini değiştirerek, “istihdamı koruma” propagandası yapmaya başlamışlardır. Oysa bunun altında kitlesel işten çıkarmalar, çevrenin korumasında ciddi kısıntılar -hepsinden önemlisi tüm sosyal kesintilerin işçilerce kabulü- yatmaktadır!
Gerçek amacın ne olduğu, ABD’deki uygulamalardan görülebilir. ABD otomotiv endüstrisinin dünya pazarlarında yeniden hakimiyet sağlanması için gerekli olan yeniden yapılanma için GM, Ford ve Chrysler, devlet fonlarından 34 milyar dolar daha talep etmiştir. Bu miktarın 17 milyar doları, Bush yönetimi tarafından daha şimdiden vaat edilmiştir.
Otomobil üreticilerine yapılacak bu destekle, ABD Birleşik Oto İşçileri Sendikası'ndan (UAW) işçilere yapılacak sağlık fonu ödemelerinden fedakarlık istenmektedir. İşten çıkartılan işçilere ücretlerinin yüzde 95’inin ödenmesine ilişkin yönetmeliğin iptali de gündemdedir. Bunlara ek olarak UAW’ın, binlerce işçinin işten çıkarılmalarını, fabrikaların kapatılmasını ve 2007 yılında yapılan sözleşmenin geçersiz olduğunu kabul etmesi istenmektedir. Kazanılmış işçi haklarına saldırarak, ilk adımda ücret ve sosyal haklar yüzde 30 oranında geriye çekilmektedir.
Şoven sloganlarla işçilerden “kendi” şirketleri etrafında kenetlenerek, krizde diğer şirket ve ülkelerin işçilerine karşı rekabet etmeleri beklenmektedir. İşçiler bu oyuna gelecek midir? Ya da sınıf çıkarları için mücadele mi edeceklerdir? Bu sorulara verilecek yanıt, sınıf mücadelesinin temelini oluşturacaktır!

2004 yılında Opel grevi ile başlayan işçi direnişlerinin genişlemeye evrilmesi, 2008 yılı içinde durdu. Bu arada çelişkili bir durum da yaşandı. İşçi sınıfı mücadelesinin önemli bir karakteristiği olan “kendiliğinden örgütlenen” grev sayısında ciddi azalmalar olmasına karşın, grevlere katılımda artışlar meydana geldi. Metal ve elektrik endüstrilerinde pazarlık görüşmeleri sırasında yapılan uyarı grevlerine, sendika yöneticilerinin tahminleri üzerinde 600 binden fazla mavi ve beyaz yakalı işçi katıldı. Bu durum, metal işçilerinin yüksek mücadele azimlerini ve mücadeleye hazır olduklarını göstermektedir. İlk kez giderek artan sayıda taşeron işçisi de uyarı grevlerine katılmış, metal işçileri sendikasında örgütlenmişlerdir. Gösteri ve yürüyüşlerde, işçi sınıfı gençliğinin yükselen bir değer olduğu görülmüştür. MLPD’nin, “Spekülatörler için fedakarlık yok!” sloganı, pazarlık görüşmelerinde ve işçilerin mücadele ateşinin büyümesinde etkili olmuştur.
Yüksek mücadele azmi, grev oylaması için artan talepler ve kapitalizme yöneltilen eleştirilerin yoğunlaşması üzerine pazarlık görüşmesi, kapitalist patron federasyonları ve sağcı sendika yöneticilerinin histerik kriz nakaratları ile çarçabuk kapatıldı.

Krizle mücadele mümkün değildir” söylemi, küçük burjuva reformizminin işçi hareketini de saran ana sloganı haline gelmiştir. Metal işçileri sendikasının yöneticileri bile, “işten çıkarmaları önlemek” adına, firmalardan, kısa süreli çalışma, toplu iş sözleşmelerinin Pfozmheim Sözleşmesi örneğinde olduğu gibi tadil edilmesi gibi araçları kullanmalarını açıkça isteyebilmektedir. Metal işçileri sendikası işçilerin çalışma koşullarının ve ücretlerinin kötüleşmesine onay vermektedir.

Bu arada sağcı sendika yöneticileri, gelecek yıllarda gündemin merkezinde ücretlerin artışı veya benzer şeyler yerine, “krize karşı mücadele” olması gerektiğini kamuoyuna ilan etmişlerdir. Kimya işçileri ve madenciler sendikasının şefi Schmoldt, 24 Aralık 2008 günlü Frankfurter Algemeine Zeitung’da çıkan yazıyı takiben, yumuşak başlı ve itaatkar bir biçimde; ücret telafisi yapılmadan kısa süreli çalışmayı, ücretlerden yapılan kesintinin yüzde 10 artırılmasını, Noel yardımlarının kesilmesini, vb. önerdi. Ücretlilerin sırtından yapılan sınıf işbirlikçiliği politikası mutlaka reddedilmelidir.

Bunun için, kısa süreli çalışmaya karşı ayağa kalkılmalı, her iş ve işkolunda taşeron işçilerin işlerinden atılmaları yerine devamlı işçi olarak istihdam edilmeleri ve tam ödeme karşılığı haftada 30 saatlik çalışma için mücadele etmek gerekmektedir.

Yaşanan süreç geçici bir süreçtir. Eğer işçileri, “geriye adım atmanın” çıkmaz bir sokak olduğu konusunda ikna edebilirsek ve geri adım atmakla krizin nedenlerinin değişmeyeceğini anlatabilirsek, sınıf bilincinde yeni bir niteliğe ulaşırız. İşçilerin çok önemli bir kesiminin, kapitalizmin eskimiş bir toplum biçimi olduğunu ve bunun hiçbir şekilde iyileştirilemeyeceğini, karşılarında duran gerçek alternatifin sosyalizm olduğunu mutlaka anlamaları gerekmektedir.

Bu geçiş sürecinde insanların bizim argümanlarımıza sadece ikna olmaları yetmez; yaşama biçimleri ve dünya görüşlerinde de belli değişimler gerekmektedir. Marksist-Leninistler ve militan güçler, bu aşamada örnek olarak öne çıkmalıdırlar. Devrimci mücadele perspektifi, özellikle fabrikalarda, cesaret, ataklıkla birlikte yetenek, anlayış ve sabır gerektirir. Gelmesi kaçınılmaz olan sınıf mücadelesine hazırlık, ciddiyet, dayanıklılık ve sarsılmaz sınıf birliğinden geçer. Ve son olarak partimizin 40 yıllık tarihi içinde fabrikalarda, işçi sendikalarındaki çalışmalarından kazandığı Marksist-Leninist deneyimlerinden güvenle yararlanılmasından geçer. Sayılan bütün bu gereksinimler, bilimsel sosyalizmin ve işçi sınıfı hareketinin diyalektik yorumlanması ve mücadeleyi teori ve pratikte iyi yürütecek işçi sınıfı önderleri sayesinde karşılanacaktır.

Bu durumda ortaya çıkan önemli sonuç, sınıf bilincine sahip olan işçilerin artan biçimde MLPD saflarında örgütlenmeleri ve yaklaşan sınıf mücadelesi içinde yer alacak kitle önderlerinin hızla gelişmeleridir.

Rote Fahne: Geçtiğimiz yaz Hamburg’da yapılan Parti Kongresi'nde MLPD’nin ekolojik-politik çalışmalarda da yoğunlaşması çağrısı yapılmıştı. Finasal kriz ortamında bu planın ortaya atılmasının zamanı yanlış değil midir?

Stefan Engel: Tam aksine! Hamburg Parti Kongresi'nin acil ekolojik-siyasal misyonu, geçtiğimiz haftalarda teyit edilmiştir. Ben sadece başlamış olan iklim değişikliğiyle ilgili dramatik raporları -buzulların erimesi gibi- düşünmüyorum. Konunun üzerinde özellikle durmamızın nedeni, emperyalist tekeller ve onların hükümetler içinde bulunan dalkavuklarının yetersiz karar ve planları nedeniyle uluslararası krizden çıkar sağlamak amacıyla iklimin korunmasına darbe vuracaklarıdır. Posen’de yapılan BM İklim Konferansı'nda bu yolda ilk adım atılmış ve zaten yetersiz olan iklim koruma yerleşkeleri kaldırılmıştır. Benzer durum AB’de de yaşanmış, “iklim kraliçesi” Angela Merkel, otomobil, çelik ve enerji şirketlerinin almaları gereken çevre koruma önlemlerinin daha uzun sürelere yayılması veya kaldırılması yolunda başı çekmiştir.

Bize yakınlık duyan bilim insanlarıyla işbirliği yaparak, “MLPD’nin İklim Koruma Programı”nı Ekim'de yayınladık. Programın merkezine, karbondioksit emisyonunun 2030 yılına kadar yüzde 80 azaltılması talebiyle, enerji temininin tamamen yenilenebilir enerji kaynaklarıyla sağlanabileceğinin kanıtını ortaya koyduk. Programda ayrıca, dünya çapında geriye dönüşü olmayan tahribat ve felaketlerin önlenmesi için gerekli olan en yeni bilimsel veriler de yer aldı.

CDU, SPD ve Yeşillerin aksine biz, bu gerekli önlemlerin kar amaçlı şirketler tarafından geri plana atılmasını benimsemiyoruz.

Bugün çevreci kuruluşların çoğunun, çevre sorunlarının tekelci partilerce çözülebileceğini; şirketlerle bu konuda anlaşmaya varılabileceğini sanmaları büyük bir sorun oluşturmaktadır. Bu yüzden MLPD, gençlik örgütü Rebell (İsyan) ve çocuk örgütü Red Foxes (Kızıl Tilkiler) ile birlikte 6 Aralık’ı Dünya İklim Günü ilan edip, ülke ölçeğinde seferber olan tek parti olmuştur.
Tabanda sık sık birleşik eylemler yapılmasının gerekli olduğunu gördük. Geleneksel çevre ve koruma derneklerinin temsilcileri, insanlarla birlikte militan eylemler örgütlemekten çoğu kez kaçınıyorlardı.
İşçi sınıfı öncülüğünde açgözlü tekellere karşı örgütlenen uluslararası etkinliklerde yer alacak bağımsız yeni bir çevreci harekete ihtiyaç vardır. Ve bu hareket, kar maksimizasyonu ile çevre koruması bağdaştırılabilir gibi bir yanılgıya düşmemelidir. Tekeller için sadece kar önemlidir, eğer çevre koruması kar getirmiyorsa, insanlığın yıkımı pahasına vazgeçilmelidir.
Enternasyonalist bir çevre hareketinin oluşması ve büyümesi için parti çizgimizin ötesinde önemli katkılar yapmaya azimliyiz ve bu konunun peşini bırakmayacağız.

Rote Fahne: Hamburg Parti Kongresi'nde MLPD, federal seçimlere ilişkin olarak gerçek sosyalizm için taktiksel bir çıkış yapma kararı aldı. Mevcut gelişmelere bakıldığında bu görev ne anlama gelmektedir?

Stefan Engel: Uluslararası finansal krizin dünya ekonomik krizine dönüşme sürecinde gerçek sosyalizm için bir çıkış önem kazanmıştır. Mevcut durumda, dünya ekonomisi ve dünya finans sistemindeki krizin kapitalist nedenlerinin ortaya konulması her şeyden çok önem kazanmaktadır. İnsanların şimdi ortaya çıkan sorunların temel nedenlerinin, yönetim bürolarında yapılan kişisel hatalardan değil sistemin yasalarından kaynaklandığını mutlaka öğrenmeleri gerekir.

Bu yüzden, kapitalizmi ehlileştirmek için atılan adımlar, mali sermayeye ya da bankacılığa getirilmek istenen kontrol mekanizmaları sanal makyajdan öte bir şey değildir. IMF'nin önceki patronu olan Federal Başkan Koehler'in, Noel konuşmasında, sermayenin herkese yararlı olduğu ve hizmet ettiği yolundaki söylemi de bu açıdan değerlendirilmelidir. Söylem inanılmaz olduğu kadar naiftir. Bu koşullarda hiçbir şey, geniş yığınların yeni bir toplum için mücadeleye kazandırılması kadar önemli değildir. O yeni toplumun merkezinde, bir avuç uluslararası tekelin karları değil insanlık olacaktır ve bu da gerçekten mümkündür.
Gerçek sosyalizm için girişilecek hareket mevcut durumla mutlaka ilişkili olmalıdır. Bu girişim sadece MLPD’nin seçim kampanyası ve propagandası ile sınırlandırılmamalıdır. Emperyalizmin ekonomi politiğinin isabetsizliği üzerine yoğun bir politik eğitim yapılmalı ve sosyalizmin mümkün olan tek toplumsal düzen olduğu anlatılmalıdır.
Aynı anda, krizin yükünü sırtlarından atmaları yolunda yığınların aktif mücadeleye katılmasını sağlayacak örgütlenmelere gitmeliyiz.

İşçi sınıfının kendi kendini yöneteceği oluşumları teşvik etmek ve geniş yığınların Markist-Leninist partiyle etkileşimlerini sağlamak acil görevimizdir. Son olarak, gelecekteki sınıf mücadelelerine daha iyi hazırlanmak için MLPD’ye üyelik konusunda şu anda yaşadığımız durgunluğun üstesinden gelmeliyiz.

Kendiliğinden hareketlerin yarattığı iniş-çıkışların bizi yönlendirmesine izin vermemeliyiz. Seçimlere kayıt için imza toplama gibi bazı etkinliklerimize baktığımızda, planladığımızdan geri kaldığımızı görmekteyiz. Bazı yoldaşlar, siyasi parti çalışmalarında imza toplamamak için kendilerine göre gerekçeler bulmaktadırlar. Onlara göre imza toplama işlemi -sözgelimi ücretler için yapılan mücadele sırasında- MLPD’nin sendikalar içindeki çalışmasında işçiler tarafından “fırsatçılık” olarak anlaşılabilirmiş. Bu tür argümanların saçma olduğunu düşünüyorum. Ücretlerini ve çalışma koşullarını iyileştirmek için öfkeli uyarı grevleri ve oylama hazırlıklarına dönük mücadeleyi sürdürmeye başlayan ve bunu gerçekten isteyen, politik bir motivasyonla hareket eden işçiler -krizin yükünü işçilerin sırtına yıkmaya kalkan patron örgütlerinin, sağcı sendika liderlerinin ve onların hain bir uzlaşma halindeki çıkarlarına darbe indirdiler. Mücadelenin objektif olarak siyasallaştığı durumlarda, MLPD’nin sosyalist alternatif olarak seçimlere katılmaması düşünülmemeli. Aksini düşünme bizi sendikal legalizme ve oportünizm gibi tehlikeli mecraya götürür ve mevcut durumda zarar verir.
Bu tür tartışmalarda sorunun özüne inilmesi büyük önem taşır. İleride yapacağımız genel üyelik toplantılarını, yerel şube ve ülke delegeleri konferanslarını, partimizi yeni duruma hazırlama platformları olarak kullanacağız. Toplantılarda, yeni bir tehdit olarak karşımıza çıkan uluslararası finans krizi ve dünya ekonomik krizi karşısında işçi sınıfının yapılanması ve önderliği konularına odaklanılacaktır.

Rote Fahne: 2009 yılında gençlik çalışmasına özel önem verileceği programa alınmıştı. Objektif durumda meydana gelen değişikler dikkate alındığında, bu program uygulanabilecek mi?

Stefan Engel
: Parti yapılanması ve sınıf mücadelesi için gençlik çalışmasında karşılaşılan sorunların çözülmesinin stratejik önemi, 8. Parti Kongresi'nde vurgulandı. Sınıf mücadelesinin giderek keskinleştiği evrede, gençliğin öncü rolü giderek artmaktadır. Yeni toplumsal gelişmeler karşısında gençlik daha duyarlı davranmaktadır.

Gençlik çalışmamızda olumlu bir dönemeci başlatmış durumdayız. Ancak sorunlar bu günden yarına çözülememektedir. MLPD içinde yeni bir politik-gençlik çizgisi çalışması yıllar boyu ihmal edilmiştir. Bu yüzden Parti Kongresi'nde bir eleştiri/özeleştiri kampanyası başlatılması önerilmiş, Merkez Komite de bu kampanyanın 2009 yılında başlatılmasına karar vermiştir. Dolayısıyla, ister fabrikalar ve sendikalar olsun, ister gerçek sosyalist atılımda olsun, her yerde ve her görevde gençlik çalışmamızı hakim kılacağız.

Almanya'da gençlik hareketi, geçtiğimiz 2-3 ay içinde canlanmaya başlamıştır. Ülke çapında boykotlar yapıldı, gençler Wendland bölgesinde nükleer atık nakliyesini protesto ettiler. Sadece 2008’in son çeyreğinde, en az 230 bin genç sokaklara döküldü.

Kendi kendini yöneten, genç yığınların Marksist-Leninist kuruluşu Rebell’in temel görevi, isyancı gençleri parti içinde bir unsur olarak örgütlemektir. Gençliğin sınıf mücadelesinde işçi sınıfının yanında yer alması ve sosyalizm için mücadeleye katılması böyle sağlanabilir.
Bunun gerçekleşmesi için gençlik örgütünün, hayat okulu içinde proleter düşünce tarzının gençlik yığınları içinde yaygınlaştırılması görevini başarması gerekmektedir. Bunun da tek yolu, MLPD’nin tam bir sorumluluk içinde Rebell'le her alanda etkileşim kurmasından geçer. Eleştiri/özeleştiri kampanyasının ana hedefi, bu hayat okulu içinde yeni, daha kaliteli Marksist-Leninist bir gençlik yaratmaktır.

Ancak bu konudaki sorunların kökenlerini, partimizin gerçek ya da atfedilen yetersizliğinde aramak tam bir hata olur. Genel etkileriyle gençlik konusunun önemli bir toplumsal sorun olduğunun kavranması önem kazanmaktadır. Toplumun tüm kesimlerinde, gençliği kazanma konusunda bir savaş başlamış durumdadır. Kapitalist toplum gençliği boşvermişlik, egoizm, düşmanlık, cinsel ayrımcılık, vb. temelinde -tek kelimeyle küçük burjuva düşünce modeli içinde- yetiştirmeyi mi başaracaktır? Yoksa gençlik, toplumu sosyalizme dönüştürme mücadelesinde toplumun öncüsü mü olacaktır?

Ocak ayının başlarında MLPD ve Rebell’in Berlin’de yapacağı 2 günlük Lenin-Liebknecht-Luksemburg etkinlikleri, 2009 yılındaki gençlik seferberliğimiz için bize ışık tutacaktır. Bu etkinliklerde, Almanya Kasım Devrimi'nin 90. yılında çıkardığımız dersler ve gençlik yığınlarında devrimci perspektifin yaygınlaştırılması konuları işlenecektir. İlkbaharda çalışmalarımız, 14. Uluslararası Whitsun Gençlik Toplantısı üzerine yoğunlaşacaktır.

Rote Fahne: MLPD’den bir heyet Kasım'da Hint Yarımadası’na gitmişti. İzlenimleriniz nedir?
Stefan Engel
: Hint Yarımadası birçok açıdan -özellikle de devrimci hareket açısından- dünya çapında öneme sahip bir yer. Dünya nüfusunun neredeyse dörtte biri orada yaşamakta. Keskinleşen devrimci durum nedeniyle Bangladeş’te 2007 Ocak’ından bu yana sıkıyönetim var. Uluslararası finans krizinden ilk etkilenen ülke olan Pakistan’da devlet iflas durumuna geldi. Uluslararası tekellerin yatırımlarında Hindistan önemli bir odak oldu.

Son iki yılda Nepal, uluslararası devrimciliğin ve işçi sınıfı hareketinin merkezi durumuna geldi. Oradaki gelişmenin bizim görüşümüz doğrultusunda olmasını arzuladık. Maoist Nepal Komünist Partisi (CPN-Maoist), 1995’te silahlı gerilla hareketi başlattı ve özellikle gençlerin, köylülerin ve kadınların yer aldığı geniş yığınları sosyalizm yolunda yeni-demokratik mücadeleye katmakta başarılı oldu. Ancak, 2005’te ülkenin yüzde 75’inde silahlı gerilla üsleri kurmuş olmasına karşın, bu silahlı mücadeleyi özgücüyle kazanamayacağını anladı. Doğru olanı yaptı, silahlı mücadeleye son vererek, kralın otoriter gücüne karşı mücadele eden demokratik halk hareketine katıldı. Bu geniş koalisyon temelinde, 2006 sonunda kralın diktatörlüğü başarılı biçimde devrildi. Yeni demokratik devrim Nepal halkının özgürlük mücadelesinde önemli bir yer tuttu. Geçiş hükümeti kuruldu ve anayasal meclis oluşturuldu.
Nisan 2008’de yapılan anayasal meclis seçimlerinde yedi Marksist-Leninist parti oyların yüzde 61’ni kazandı. Bu oylar, geniş yığınlar tarafından komünistlere, demokratik devrimi tamamlamaları ve toplumu dönüştürmeye devam etmeleri için verilen net talimatlardı. 28 milyon Nepalliden milyonlarcası, farklı komünist partilerde tek bir yığın olarak örgütlendiler. Bunun anlamı, bu fakir ülke, dünyadaki sola eğilim yolunun başındadır ve aynı zamanda başa çıkması gereken çok büyük bir oluşum ile yüz yüzedir.

Nepal’de ilk iş olarak emperyalizmden bağımsız bir ekonomi kurulmalıdır. Seçimleri kazanmak ile politik güce sahip olmak aynı şey değildir. Ekonominin büyük bölümü sanayi öncesi dönemdedir, tarım ise ancak kendi kendine yetmektedir. CPN-Maoist’in kontrol ettiği bölgelerde, feodal ağalar tasfiye edilerek yerine demokratik yapılar oluşturulmuş, fakir köylülere toprak dağıtılmış, eğitim ve sağlık sektörlerinde durumu iyileştirmek için bir dizi devrimci adım atılmıştır. Daha henüz başlamış olan tarım devrimi mutlaka tamamlanmalıdır.
En büyük beş komünist partinin görüşmelerinde kilit sorunun şu olduğu açıkça ortaya çıkmıştır: Ya burjuva demokratik devrimin başarılarıyla yetinilecek ya da sosyalizme giden yolda yeni demokratik devrim derinleşerek sürdürülecektir.

Burjuva demokratik haklar ve özgürlükleriyle parlamentarizm, Nepal halkı için hiç kuşkusuz ileriye yönelik devasa bir adımdır. Ancak deneyimlerimiz bize, burjuva-demokratik parlamentarizminin iki ucu keskin bir bıçak olduğunu göstermektedir. Sorumluluğu küçük bir gruptan oluşan politik temsilcilere verip, yığınları politik pasifizme mahkum eder. Mevcut durumda bu büyük bir tehlikedir ve en önemli şey yığınları yeni demokratik devrim yolunda seferber etmektir. Görüşümüze göre, geniş yığınları karar verici güç olacak biçimde örgütlemek için doğrudan demokrasinin tüm biçimlerinin geliştirilmesi ve genişletilmesi, yapılması gereken en önemli şeydir.

Hindistan’da, üretimin uluslararası yeniden yapılanmasının ülkeyi nasıl değiştirdiğini görmek özellikle ilgimizi çekti. Ancak bu değişim, nüfusun çoğunluğunun yaşadığı kırsal alanı çok az değiştirmiştir. Yatırımlar sadece 50 özel ekonomik alana yapılmaktadır. Yatırım yapılan modern sanayi alanlarında milyonlarca işçi istihdam edilmekte ve bu alanlar uluslararası sanayi proletaryasının ülke bazında yoğunlaştığı yerler olmaktadır.

Ülke, nüfusun yüzde 70-75’ini oluşturan topraksız ve az topraklı köylü ve çiftçiler ile 21 büyük şehirde yaşayan 150-200 milyon proleterden oluşan iki kesime ayrılmıştır. Proleterlerin büyük bir bölümü de nispeten geri sanayi kollarında çalışmaktadır.

Modern sanayi merkezlerindeki işlerin küçümsendiğine ilişkin izlenimlerimizi değişik devrimci parti ve örgütlerle konuştuk. Hindistan’ın en büyük sanayi bölgesi Delhi yakınlarındaki Gurgaon buna bir örnektir. Modern sanayi kuruluşlarının bu denli yoğun olduğu bir yere, Çin hariç, hiçbir emperyalist ülkede rastlanılmaz. Gurgaon’da faaliyet gösteren otomotiv, elektronik ve dokuma sanayilerinin teknolojik düzeyleri en üst seviyededir. Sömürü metotları, genellikle işgücünü bölmeyi (Avrupa'ya nazaran) temel almaktadır: İşçilerin küçük bir bölümü süresi belirli sözleşmelere göre çalışırken, yüzde 80’i ya taşeron işçisidir ya yabancı işçidir ya da gündelik işçidir. Yüzde 80’lik grubu oluşturan işçiler, devamlı işçilerin aldığı ücretin yüzde10-30’u arasında ücret almaktadır. Bu nedenle de taşeron ve yabancı işçilerin mücadelesi daha çetin olmaktadır. ABD, Japonya ve Avrupa menşeli büyük tekelci firmalarda çalışan bu işçilere sendikalarda örgütlenme hakkı bile verilmemektedir.
Hindistan’da Marksizm-Leninizm ve Mao Zedung düşüncesi temelinde çalışan çok sayıda devrimci parti ve örgüt olmasına karşın bunlar hayli bölünmüş durumdadırlar. Bu bölünmüşlük, yığınların devrimcileşmesini ve işçi sınıfının sınıf mücadelesine katılmalarını ciddi biçimde engellemektedir. Bölünmenin ana nedeni, Hindistan Komünist Partisi (CPI) ve Hindistan Komünist Partisi-Marxist (CPI-M)'deki revizyonist yozlaşmadır. Ancak, Markist-Leninist parti ve örgütler de bölünme konusunda sorumluluk taşımaktadırlar. Bunlar, aralarındaki görüş ayrılıklarını proleter kültürün gerektirdiği biçimde, birlikteliği temel alarak tartışarak gidermede başarılı olamıyorlar. Her ne kadar devasa bir potansiyel mevcutsa da, bölünmenin giderilmediği durumda devrimci sürecin Hindistan’da başarılı olamayacağı kesindir.

Rote Fahne: Sınıf mücadelesinde ve devrimci parti inşasında, devrimci partilerin faaliyetlerinin koordine edileceği uluslararası bir organizasyon (ICOR) geçen sonbaharda gerçekleştirilecekti. Bu konuda neler söyleyebilirsiniz?

Stefan Engel: Sürecin dinamik biçimde geliştiğini söylemekten memnuniyet duymaktayım. Bu bağlamda, Asya ve Avrupa’da ilk tur görüşmeler tamamlanmıştır. Şimdiye kadar, dünyanın dörtbir yanından 40’ın üzerinde devrimci parti ve örgüt bu girişim içinde yer almıştır. Hepsi şu konuda anlaşmış durumda: Devrimci parti ve kuruluşların yakın işbirliği için zaman gelmiştir! Parti inşası ve sınıf mücadelesinin koordine edilmesi görevi, yakıcı biçimde ortaya çıkan gereksinimden kaynaklanmıştır. Finansal kriz ve dünya ekonomik krizi günlerinde koordinasyon görevi, dünya devrimci güçlerinin en önemli görevi olmaktadır! Dolayısıyla, yapılan toplantılarda, uluslararası Marksist-Leninist yapılanmalar ve işçi sınıfı hareketiyle ilgili konular hem eleştirel hem yaratıcı biçimde tartışılmış, deneyimler paylaşılmıştır.
Bugün için herkes bu birlikteliğin sadece koordinasyon temelinde olması konusunda hemfikirdir. Bu birliktelik, 1919-1943 arasındaki dünya devrimci partisi biçiminde örgütlenen Komintern’den farklı bir birlikteliktir. Devrimci partiler arasındaki tarihsel farklılıklar ve bölünmeler günümüzde hala büyük boyuttadır.

Bugün uluslararası ölçekte, daha gevşek birlikteliklere imkan tanıyan devrimci olmayan bir durum mevcuttur. Devrim sürecinin kabardığı durumda ise devrimci birlikteliğin kıstası daha katı ve kuralcı olmalı ve daha etkin yapılanmalar kurulmalıdır. ICOR süreci büyük potansiyel taşımaktadır. ICOR kendisini mevcut Markist-Leninist forumların, kuruluşların ve işçi sınıfı hareketinin rakibi olarak görmemekte, sadece pratikte işbirliğine önem vermektedir. MLPD, mevcut durumda bu pratik konulara yoğunlaşmış olup, ICOR sürecinin başarıya ulaşması için elinden geleni yapmaya karar vermiştir.

ICOR görüşmeleri ilk başta parti liderleri düzeyinde başlamıştır. Ancak MLPD üyeleri ve organlarının yer aldıkları uluslararası etkinliklerde, bu sürece kendi düzeylerinde aktif olarak katılmaları gerekmektedir. Sonunda önemli olan enternasyonal sosyalist devrim için gerekli olan nitelikli yeni bir proleter enternasyonalizmi kurmaktır.

Rote Fahne: Kapsamlı ve farklı görevler dikkate alındığında, yeni yılda parti çalışmasının ana çizgisi ne olacaktır?

Stefan Engel: 2008 yazında yapılan Hamburg Parti Kongresi, parti inşası ve sınıf mücadelesi için partinin gelecekteki görevleri açısından doğru bir yönlendirme yapmıştır. 8. Parti Kongresi'nde öngörülen ekonomik ve politik gelişmeler aynen gerçekleşmiştir! Şimdi artık yapılması gereken, 8. Parti Kongresi'nin kararına uygun olarak, emperyalizmin iniş-çıkışlı sürecinde enternasyonal devrim hazırlıklarına başlamaktır.

Öncelikle, yeni bir taktiksel sürecin başında bulunduğumuzun her bir yoldaşımız tarafından olduğu kadar öncü organlar tarafından da kavranması gerekmektedir. Tüm parti, kendini dünya ekonomik krizine hazırlamalıdır. Bu hazırlık sadece ideolojik-politik çizgimizin ve “Tanrıların Şafağı-Yeni Dünya Düzeni Üzerine” isimli kitabın eleştiri/özeleştirisi ve özümsenmesinden ibaret olmamalıdır. Bunlar, çalışmalarımızda birtakım taktiksel ve kurumsal değişikliklerle takviye edilmelidir.

Hamburg Parti Kongresi'nde de çok somut olarak belirtildiği gibi, dünya ekonomik krizinin patlak vermesiyle birlikte genel geçiş sürecinin muazzam bir ivme kazanacağını anlamamız gerekmektedir. Egemen tekeller ve emekçi sınıflar açısından sınıf mücadelesi karşılıklı olarak yoğunlaşacaktır. Kapitalizmin çelişkileri belirginleşecek ve biz bu durumdan, bir yandan emekçi sınıfların büyük bir bölümünü sosyalizm mücadelesi için kazanmak, bir yandan da geniş yığınları tekellere ve hükümetlere karşı mücadeleye katmak için yararlanacağız. Geniş yığınların hareketi için Pazartesi Gösterileri özel rol oynamaktadır.
Mevcut durumda, gündemin merkezinde, kapitalist krizin nedenleri ve sosyalizmin emperyalizmin yerini almasının gerekli olduğunun yığınlara anlatılması yer almalıdır. Krizden krize sürüklenen kapitalizmin varlığı, bu karakteri nedeniyle sorgulanmalıdır. Toplumsal sorunların daima önemli bir parçası olan ekonomik konular, strateji, taktik, ajitasyon ve propaganda çalışmalarında başat rol oynamışlardır.
Burada da oportünizm, reformizm ve revizyonizmin her türlüsü ile mücadele etmek önem kazanmaktadır.
Politik olarak kendimizi, krizin yükünü işçilerin, ailelerinin ve yığınların sırtından alma mücadelesini azimli biçimde sürdürmeye ayarlamalıyız. Her şeyin ötesinde, kendimizi mümkün olan her duruma hazırlamamız gerekmektedir! Bu hazırlık, şirketlerin göçeceği, büyük firmaların bir gecede yok olacağı gibisinden sadece ekonomik konuları kapsamamalıdır. Politik olarak, daha pervasız işleyen bir devlet ile karşı karşıya geleceğiz. Kitle gösterileri ve emekçi sınıf mücadelerine vurulacak şiddetli darbeleri ve devrimcilerin zorba devletin çapraz ateşine tutulacaklarını hesaplamamız gerekmektedir.
Bu gibi durumlarda partinin sadece ideolojik, politik ve kurumsal olarak çalışması yetmez; parti, kararlı dayanışma sergileyerek mücadele moralini yükseltmelidir. Emekçi sınıfı hareketi de MLPD’ye güvenebileceğini anlamalı ve sınıf bilincine sahip işçiler de örgütlenmeleri gerektiğini idrak etmelidirler. Eski ve yeni üyelerimizin, sert sınıf çelişkileriyle bizim başedebileceğimizi, burasının kendilerini ideolojik-politik olarak geliştirebilecekleri bir yer olduğunu ve ihtiyaçları olan moral desteği burada bulacaklarını bilmeleri lazımdır.
Ancak bu süreçleri, sadece fabrika ve sendikalardaki, kadın ve gençlik hareketleri içindeki kendi içsel çalışmalarımız olarak görmemek gerekiyor. Bu süreçleri uluslararası sürecin bir parçası olarak görmek gerekiyor. Dünya küçülmüştür ve uluslarası sınıf çelişkileri, sınır ötesi koordinasyon ve sınıf mücadelesinin devrimcileştirilmesi yolunda yakın bağlar kurmalıyız.
İşçi sınıfı, emperyalist dünya sistemi içinde sosyalizm için verdiği mücadelede gücünü ulusal sınırlar ötesine taşıyabildiği ölçüde stratejik üstünlük sağlayabilir! Bu da sınıf mücadelerini birleştirmek için uluslarası strateji ve taktikler gerektirir. 8. Parti Kongresi'nde kendimizi enternasyonal devrim sorumluluğunu almaya adadık. Yeni bir taktiksel sürecin başlangıcı, bizi, teorik organımız olan “Revolutionarer-Devrimci Yol”un 32'den 34'e kadarki sayılarını yayınlamamız için olağanüstü gayret gösterme konusunda cesaretlendirmektedir.
Sorunların karmaşıklığını gözönüne aldığımızda, güçlerimize aşırı yüklenmemek için ne gerekiyorsa onu yapmalıyız. Planlarımızı yeni duruma göre ayarlamalı, beklenmeyen durumlara hazırlıklı olabilmek için bazı etkinliklerden kaçınmalıyız. Bunun yolu, her etkinliğe aynı değeri vermemekten, hangi kurumsal birimin hangi göreve odaklanacağının belirlenmesinden geçer. Planlamamızı derhal değiştirecek, daha sağlamlaştıracağız.
Bir bütün olarak MLPD bunu yapacak ölçüde donanımlıdır ve bu nedenle ileriye iyimserlik içinde ve sağlam bir bilinçle ile bakıyoruz.

Belge İşlemleri